Vikingler ve Elflerin Ülkesi İzlanda

FullSizeRender3

Ve sonunda Vikinglerin ve Elflerin ülkesi İzlanda’dayız!

Volkanik bir ada üzerine kurulmuş ülkenin ilk yerleşenleri Norvec’ten gelen Vikinglermiş. Danimarka’nın eline geçip, sonrasında da İngiltere ve Amerikalılar tarafından işgal edilen İzlanda en sonunda cumhuriyetin de ilan edilmesiyle bir NATO ülkesi olmuş. Amerika ise İzlanda ülkesini tanıyan ilk ülke olmuş.

Ülkenin ordusu yok, adada halen aktif yanardağlar var, ve bu yanardağlar nedeniyle adanın çeşitli yerlerinde gayzerler bulunmakta. Termal kaynakları ve buzulları da cabası.

Adanın %80’ı başkent Reykjavik’te yaşıyor. Halkın büyük bir kısmı ‘beyaz saray mezhebi’ olarak bilinen Protestanlığın Evangelist Mezhebi’ne bağlı. (%95)

İzlanda’ya girmek için Schengen vizesi yeterli. Biz Reykjavik’e Polonya’dan geçtiğimiz için Wizz Air’den biletlerimizi aldık. Herhalde deneyimlediğimiz en kötü havayolları şirketiydi.

Temmuz ayı olduğu için kuzey ışıklarını görme hevesimiz zaten yoktu ama karanlık bir gökyüzünden bu kadar uzak olacağımızı da düşünmemiştik. Güneş geceyarısı batıyor ve gökyüzü saat 3’e kadar gri bir renk alıyor. Sonrasında da yeni bir gün başlıyor. Hava soğuk. Ama günün değişik saatlerinde havanın derecesi de değişkenlik gösterebiliyor.

Eğer İzlanda’ya gidecekseniz mutlaka road trip yapın. Tüm adayı aracınızla gezmek 10 gününüzü alıyor. Bizim 4 full günümüz vardı ve bu kadar zamanda sadece güney kıyılarını gezebildik. Adada kamp yapmak, karavan kiralamak oldukça popüler zira tüm oteller dolu, kalanlar da pahalı. Bunda yaz ayları olmasının da etkisi var tabi.

Keflavik Havaalanı’na varış: Bagajları yaklaşık yarım saat bekledikten sonra bir yarım saat de bizi alacak araç kiralama şirketindeki görevliyi bekledik. Kimse gelmeyince havaalanı dışındaki Sixt merkezine yürüdük ve aracımızı alıp Grindavik’e yol aldık.

FullSizeRender2

Grindavik’te kalmamızın nedeni sabah erkenden Blue Lagoon’da olmamız gerektiğindendi. Önemli not: Blue Lagoon’a gitmeden websitesinden rezervasyon yapmanız gerekiyor. Biz ancak saat 8’e yapabildiğimiz için en yakın merkez olan Grindavik’te kalmayı tercih ettik.

1.Gün:
Blue Lagoon: Sabah erkenden Blue Lagoon’a doğru yol aldık. Blue Lagoon, Izlanda’nın en popüler termal havuzu. İçerisinde restoranı, barı ve oteli de bulunan tesiste, suya masmavi rengini veren silikadan yapılmış yüz maskelerini de kullanabiliyorsunuz. Soyunma odalarındansa üşümeden direk havuza geçebiliyorsunuz. Su 31-39 derece ve tamamen doğal. Burada yaklaşık 3 saatimizi geçirdik ve golden circle denen turistik tur yoluna koyulduk. Bir tip daha, havuzdan çıktıktan sonra saçınızı şampuan ve kremlemeyi unutmayın!

Thingvellir National Park: Game of Thrones’un bazı sahnelerinin çekilmiş olduğu bu tarihi ve doğal parkta bir kilise ve bir de şelale bulunuyor. Parkı yürüyerek dolaşabilir ya da üst kısmı gezdikten sonra arabanızla alttaki park alanına geçebilirsiniz. Eğer önceden ayarlarsanız dalış da yapabileceğiniz parka gitmek için aracınızla Route 36’yi takip etmeniz gerekiyor.

Geysir: Thingvellir’den Route 37’ye geçerek ulaşacağınız bu alanda bir çok gayzer göreceksiniz. Yer altından çıkan sıcak suların patlamasıyla oluşan gayzerlerden en ünlü olanı Geysir isimli olan ama bu gayzer sadece yer sarsıntıları olduğunda patlıyormuş. Bu nedenle en kalabalık ve büyük gayzer olan Strokkur 6-8 dakikada bir patlıyor ve herkesin ilgisini çekiyor. Bir kez daha görelim diye diye 1 saatinizi Strokkür etrafında geçirebiliyorsunuz.

Gulfoss Şelalesi: İlk günümüzün en heyecan verici yeri diyebiliriz. Kocaman bir kanyon ile birlesen muhteşem bir şelale düşünün, güneşin de etkisiyle gökkuşağı oluşmuş ve etrafındaki yemyeşil alan burayı kartpostallara değer bir resme çeviriyor. Üst kısmında bir seyir terası var ama aşağıya indiğinizde gördüğünüz manzara kadar heyecanlı değil.

Vik: Geceyi burada geçirmeyi planladığımız için Golden Circle’da görülmesi gereken yerleri gördükten sonra 2 saatlik bir yolculuk ile Vik’e vardık. Vik, adanın en çok yağmur alan bölgesi olduğundan yol kenarında göreceğiniz dağlar yemyeşil. Üzerinde kuzular ve atlar. Bizim gibi şanslıysanız, yoldayken gökkuşağı bile görebilirsiniz. Aracınızı kenara çekip de fotoğraflamayı unutmayın! Vik 300 kişilik nüfusuyla ufacık bir kasaba ama görülmeye değer.
Vik etrafında Black Sand Beach ve puffinlerin koruma alanı olan Dyrholaey var ama hiç biri merkezden yürüme mesafesinde değil. Bu nedenle bunları da ayrı günlere bırakıyoruz.

FullSizeRender
Geysir

2.Gün:
Black Sand Beach: Sabah erkenden otelden ayrılıp kahvaltı edebileceğimiz bir yer arıyoruz. Güneyde pek restoran, cafe bar yok bu nedenle herkes gibi biz de sabah kahvemiz için en yakın benzincide soluğu alıyoruz. Yakınlardaki tek süpermarketten de sandviçlerimizi alıp Black Sand Beach’e doğru yol alıyoruz. Burada kumsal ve taşlar siyah. Sıcak lavlar deniz suyu ile birleşince kumsal bu rengi almış. Vik kumsalı olarak da bilinen bu plajda denize girmek ve kumu çalmak yasak. Yazın bile ürpertici bir güzelliği olan bu kumsal kışın ne hale geliyordur kimbilir.

IMG_6243
Black Sand Beach

Jokusarlon Buzulları: Vik’ten sonra gidebileceğimiz en doğu noktaydı burası. Yolda Vik civarında gördüğümüz yeşil dağlar yerlerini buzul dağlarına bırakıyor. Vatnajokul’dan kopan buzulların Atlantik’e doğru yol aldığı 600 metre derinliğindeki Jokusarlon, kesinlikle görülmeye değer. Burada hem suda hem de karada giden araçlara binerek buzulları daha da yakından görme şansınız var. Batman Begins, Tomb Raider ve James Bond: Die Another Day gibi ünlü Hollywood filmleri burada çekilmiş.

IMG_6315
Jorkusarlon Buzullari

Hornafjordur Ice Buzulları: Burası planımızda olmasa da dönüş yolumuzda uğradığımız bu buzul dağı. Jokusarlon kadar etkileyici olmasa da görülmeye değer.

Hof: Geceyi Hof’da geçirmeye karar verdik. Ufak bir Turf kilisesinin bulunduğu bu ufak kasabada pek yapılacak birşey olmasa da çimlerde oturup Skaftafell yakınlardaki Shell istasyonundan aldığımız biraları içerek dağları izlemek de oldukça keyifliydi.

IMG_6363
Hof

3.Gün:
Skaftafell / Vantajokull National Park: Evet, 3. gün için enerjimiz yerinde ve dağlara tırmanmaya hazırız. Buzul turu için pek vaktimiz olmadığından Skaftafell (Vatnajokull National Park) içerisinde 1,5 saatlik bir tırmanış ile Svartifoss şelalesini görmeye gittik. Eğer isterseniz yürüyüşünüzü biraz daha uzatıp doğal parkın döğüşündaki Skaftafellsjökull buzul dağına kadar da yürüyebilirsiniz.

Yol üzerindeki manzaramız yine değişiyor, bu kez dağların yerini korumaya alınmış engebeli bir arazi ve yosunlarla kaplı kurumuş lavalar alıyor. Bu lavalar 1780li yıllardan kalma. Katla National Park’ın bir kısmı olan bu bölgede de aracınızı durdurup fotoğraf çekebilirsiniz.

Dyrholaey: Vik’in diğer tarafında kalan bu puffin koruma alanında, kayalıklar arasında saklanan birçok puffine (Türkçesi deniz papağanıymış) rastlayabilirsiniz. Koruma alanının diğer tarafına tırmandığınızdaysa yine siyah kumsallı bir sahili yukarıdan seyredebilirsiniz.

Skogafoss Waterfall: En büyük şelalelerden olan Skogafoss’ta da belki 5. gökkuşağını görüyoruz, önünde deli gibi ıslanıp fotoğraf çekiyoruz. 25 metre yüksekliğindeki bu şelalenin hemen yanındaki merdivenlerden yukarı tırmanabilirsiniz. Bir inanca göre Vikingler, bu şelalenin arkasındaki bir mağaraya bir hazine gömmüşler. Hazine sandığını bulan halk sadece yüzüğü alabilmiş ve bunu kiliseye vermişler. Bu yüzük halen kilisede sergilenmekte.

Seljalandsfoss Waterfall: Bu şelale Gulfoss ve Skogafoss kadar büyük olmasa da en favori şelalemiz oldu çünkü yürüyerek bu şelalenin hemen arkasına geçmek mümkün. Sadece dikkat edin, yerlerdeki çamur oldukça kaygan. 60 metre yüksekten akan şelale, görmeden ölünmemesi gereken yerlerden.

IMG_6501
Seljalandsfoss

4.Gün:
3.günün akşamı Reykjavik’e dönüş yapıyoruz ve kalan 1 günümüzü bu şehirde geçiriyoruz. Akşam Euro 2016 maçını Lebowski Bar’da izleyip, Sjavargrillo isimli restoranda bira ve İzlanda yemekleri tadımı yaparak gece yarısı güneşini seyretmeye deniz kenarına iniyoruz. Ertesi gün ise kahvaltımızı Bjork’un favori mekanı oldukça salaş olan The Gray Cat Cafe’de yapıyoruz.

Ardından Hallgrimşkirkja isimli devasa kilisenin tepesine çıkarak şehri yukarıdan izliyoruz. Sokaklarda biraz kaybolup biraz da alışveriş yaptıktan sonra günü bitiriyor ve hava alanına geri dönüyoruz.

IMG_6586
Reykjavik

İzlanda’da genel olarak oldukça rahat bir yaşam tarzı var. Sanıyorsunuz ki kimse kışın çalışmıyor ve yazın her yerde fiyatları iki katına çıkararak kışlık paralarını çıkarıyorlar. En ünlü biraları Viking. Restoran ve cafelerde garsonların size gelmesi yerine sizin gidip sipariş vermeniz bekleniyor. Reykjavik dışında yollar kuzu, at ve ineklerle dolu. Volkanık dağlarla çevrelenmiş olması ve bunların bir kısmının aktif olduğunu bilmekse biraz ürkütücü. Mükemmel doğası ile Izlanda’ya iyi ki gitmişiz diyoruz ve Oslo’ya doğru yol alıyoruz.

Edit: İzlanda’yı o kadar çok beğendik ki, 2018 yılının Ocak ayında tekrar ziyaret ettik. Bu sefer amacımız Reykjavik’te kalarak kuzey ışıklarını deneyimlemekti. Kuzey ışıklarını çıplak gözle göremedik ama ancak çektiğimiz fotoğraflarda görebildik. Reykjavik’te yeni açılan Perlan- Wonders of Iceland Müzesi’ne ve Harpa Concert Hall’a da gitmeden edemedik. Deli gibi kar yağarken Grotta’daki Kvika Footbath’a yürüdük ve hava o kadar soğuktu ki, dönüşü otobüsle yapmak zorunda kaldık. Bu kez turistik Blue Lagoon yerine, İzlandalıların kış aylarında yaptıkları gibi Skandinav usulü spa’ya gidip dışarısı buz gibiyken ‘açık hava’ termal havuzunda yüzdük. Kısacası kışın Reykjavik bize tamamen ayrı bir macera sundu.

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s